Can Atalay Medyascope’a konuştu: “19 Mart sürecinde yurttaşlar korku duvarını aştı, Gezi’den farklı olarak doğrudan yeni bir iktidar çağrısına destek veriyorlar”

19 Mart sürecinde pek çok belediye başkanı, bürokrat, siyasetçi tutuklandı. Saraçhane eylemlerine katılan gençler de tutuklananlar arasında yer aldı. Gezi Parkı davasından 25 Nisan 2022’den beri tutuklu bulunan ve vekilliği düşürülen Can Atalay’a 19 Mart krizini, yeni çözüm sürecini sorduk. İşte Atalay’ın yanıtları.

1) Nasılsın, nasıl geçiyor cezaevindeki günlerin?
Kemal Tahir mahpusluğu inişi de yokuşu da olan bir yolculuk olarak tanımlamış. Ben de öyle yürüyorum bu yolu.
Yine Kemal Tahir mahpusun uyuyarak, okuyarak ve yiyerek yatılacağını söylemiş yanlış anımsamıyorsam.
Ben de bu öğüdü tutuyorum.
Ama çok kötü, yağlı yemeklerden biraz fazla yemişim; onu azaltmaya çalışıyorum:)
Gün içinde -sağ olsunlar- yoğun bir ziyaretçi trafiği oluyor. Doğal olarak yoğun bir kitap ve gazete okuma faaliyeti, günlük gelişmeleri izleme, önemli başlıklar üzerine notlar alma, gelen mektuplar ve yanıtlar… Hapishaneciliğin olmazsa olmazı “bahçe” voltası, arada spor…
Yemekleri ıslah etmek, ek yemekler icad etmek…
Görüleceği üzere “işi olmayanın işi çok olurmuş” misali dört duvar arasında yoğun bir mesaimiz var.
2) Cezaevinde şimdi pek çok belediye başkanları, bürokratlar tutuklu. Onları görebiliyor musun? Konuşabiliyor musun?
Silivri 9 No’lu hücre tipi cezaevinin mantığının sıkı sıkıya takip edildiği bir yer.
Esas olarak diğer mahpusları avukat görüş mahallinde görebilir, çok kısa bir süre için yüksek sesle konuşabilirsiniz. O da yakın kabinlerde denk gelirseniz…
Bir de anılan mahale giderken karşılaşırsak bir çift selam sözü söylenebiliyor. O kadar… Ama kısa karşılaşma anlarında bir selamın, el sallayıp, karşılıklı gülümsemenin yüksek kıymetini takdir edersiniz.
3) İçeriden bakınca belediye başkanlarının tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsun?
“İktidarın, iktidarının devamı için yaptıkları ettikleri”dir. Nasıl “savaş siyasetin silahlarla devamı” oluyorsa hapishaneler/tutuklamalar/gözaltılar da siyasetin bir devamı/uzantısı durumunda. Artık siyasetin kullanışlı bir aracı oldular.
Geniş toplum kesimleri de böyle görüyor. İktidar böyle görüldüğünün farkında. Ancak umursamıyor. Sonuç almaya bakıyor. Önceliği, bu yöntemle toplumsal muhalefeti yorup, bıktırıp boyun eğdirmek. Toplumsal rıza şu an için pek dikkatinde değil.
Ancak, ne güzel ki bir de “ancak”ı var, işler pek de arzuladığı gibi ilerlemiyor. Toplumsal muhalefet direnç göstermekte, boyun eğecek gibi de görünmemekte.

4) En son Gülizar Biçer Karaca AYM’nin, vekilliğinin düşürülmesi işleminin yok hükmünde olduğuna dair kararı Meclis’te okudu. Meclis’te epey tartışma yarattı. Yaşananları ve vekilliğinin her şeye rağmen düşürülmesini hem bir hukukçu olarak hem de siyaseten değerlendirir misin?
Meclis Başkanı tam sekiz ay Türkiye’nin tamamının öğrendiği, okuduğu AYM kararını Meclis’ten sakladı, okumadı, okunmasını da engelledi. Meclis’in kuruluşunun tam 105. yılında iki cesur kadın milletvekili bu Anayasal ayıbın gölgesini Meclis’in üzerinden kaldırıp attı. 16 Nisan 2025 tarihli Meclis oturumunu yöneten Sayın Gülizar Biçer Karaca, Anayasa Mahkemesi kararını kâtip üye sayın Sibel Suiçmez’e okuttu.
Cesaretlerini, Meclis’in onurunu koruma çabalarını bir kez daha kutluyorum. Ne sonuç doğurdu diye bakmayalım. Etkisini mutlaka göreceğiz.
Tutumları, doğal olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin de iradesini ortaya koyuyor.
Meclis çoğunluğunun -Meclis Başkanı’nın da boyun eğdiği- Anayasa tanımazlık süreci şöyle gelişti:
Anayasa Mahkemesi’nin Ekim ve Aralık 2023 tarihli “hak ihlali” kararları ve onların da ötesinde 1 Ağustos 2024’teki Resmî Gazete’de yayımlanan kararı:
- Hak ihlaline muhatap olduğumu
- Fiili durumlarla mahpus tutulduğumu
- “Türk Hukukunda verilmesi mümkün olmayan” bir kararın okunması suretiyle milletvekilliği düşürme girişiminin
“yok hükmünde” olduğunu vurguladı.
Yani başkaca herhangi bir “işlem”e dahi gerek yoktu, “düşürme girişimi” yok hükmündeydi ve Can Atalay’ın milletvekilliği hiç düşmediği için halen milletvekiliydi.
Hal bu iken AKP sözcüleri 16 Ağustos’ta akıl almaz yalanlara başvurdular. TBMM Başkanı için ise ne söylemek gerekir gerçekten bilemiyorum!
5) AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması, sadece senin değil, Demirtaş, Kavala gibi siyasi davalarda tekrar ediyor. Sence yargı, iktidarın tekelinde nasıl bir araç olarak kullanılıyor?
Soru da yargının “iktidarın tekelinde” olduğu söyleniyor.
Yani “etkisi”nde dahi değil “tekeli”nde…
Bu bir felaket! Ve ben Türkiye’nin bu deli gömleğine sığmayacağını düşünüyorum.
Şu an için tek gündemleri var; iktidarda kalabilmek!
“El”deki bütün araçlar buna özgülenmiş durumda.
12 Mart 1071, 12 Eylül 1980 darbe dönemlerinde “işkence” toplumsal muhalefeti bastırmak ve yıldırmak için kullanıldı. Günümüzde hukuk tanımazlık muhalefeti yıldırma aracı oldu.
Hukuksal durumumuzu “Anayasasızlık”la tarif ediyoruz. Mevcutta bir Anayasa yok. Meclis’te hakkımdaki Anaysa Mahkemesi Kararları görüşülürken iktidar sözcüleri kürsüden “Yargıtay kararını verdi. AYM’ye ne oluyor?” dediler. Düşünün Anayasamıza göre “bireysel hak ihlali başvurusu” tam da yargı kararı kesinleştikten sonra başlıyor. Meclis kürsüsünden -üstelik mesleği de hukukçu- Yargıtay’da bu iş bitti denebiliyor.
Peki, diyen işin aslını bilmiyor mu? Bal gibi de biliyor. Ama bir şey söylemesi gerekiyor ve söylediklerinin doğru/yanlış olması önemli değil. “Anayasa, Anayasa Mahkemesi … tanımıyoruz, o kadar!”

6) Gezi eylemlerinden bu yana iktidarın sokağı kriminalize etmek için sistematik bir çabası vardı ve pek çok açıdan başarılı oldu. Saraçhane süreci sokağı yeniden aklayabildi mi? CHP’nin bu konudaki tutumunun kitleleri etkilediğini düşünüyor musun?
İnsanlarımız söz söyleyebilmek için fırsat arıyorlardı.
19 Mart’ta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in çağrısına icabet eden -özellikle öğrenci gençlik- yurttaşlar çok geniş kesimlerin bir kere daha korku duvarını aşmasını sağladılar.
Gezi’den farklı olarak doğrudan yeni bir iktidar çağrısına destek veriyorlar. Gezi’den bugüne iktidarın engellemeye çalıştığı; toplumsal muhalefetin alanlarda güçlü biçimde kendini ortaya koyma, sözünü nasıl istiyorsa öyle kurma ve en önemlisi ısrar etme hali kalıcı oldu gibi görünüyor.
CHP’nin somut çağrılarının -örneğin 19 Mart tutuklamalarına karşı- toplumsal muhalefeti Saraçhane’ye çağırması önemlidir. Eğer bu somutluk olmasaydı etkileyici bütünsellik oluşmazdı, parça başına çıkışlar olarak kalması tehlikesi oluşurdu.
19 Mart’a ilişkin görüşümün detaylarını okuyabilirsiniz.
7) Son süreçte Özgür Özel başta olmak üzere muhalefetin siyaset yürütme tarzını nasıl görüyorsun?
Ben Özgür Özel’de simgeleşen/cisimleşen meselenin esasına odaklanmak konusundaki ısrarını çok önemsiyorum.
CHP yoğun bir taarruz altında ve örneğin Türkiye İşçi Partisi’nin 25 Haziran 2025 “Parti Meselesi Değil Memleket Meselesi” gibi tutum alışların daha da artması gerektiği kanısındayım.
19 Mart’tan bugüne toplumsal muhalefette alışılmadık bir durum var. Ülkenin her yöresinde her hafta iki miting temposu hiç düşmedi. “Buradan” alanlara bakınca yorgunluk ne söz artan bir dinamizm gözlemliyorum. Toplumsal muhalefet kendisinin alışılageldiği gibi Ankara’ya, basın açıklamaları, meclis toplantılarına sıkıştırılmak istendiğinin bilincinde. 25 Haziran TİP açıklamasında denildiği gibi toplumsal muhalefette “ele ele verme ve kararlılıkla mücadele etme” duygusunu hâkim görüyorum.

8) Muhalefetin bütün unsurları üzerindeki baskı gün be gün artarken umudunu nasıl diri tutuyorsun?
Şairin dediği görev hep aklımızda: “Umudu dürt/umutsuzluğu yatıştır”.
Bu topraklarda neler yaşanmadı ki! Geriye kalanlar, okuyunca insana insanlığını hatırlatan direnişlerdir. Tarih bilinci umudu diri tutar. Bence soru “ne olacak” değil, “bu koşullarda üzerime düşeni yapıyor muyum” olmalı. Önceliğin yaşadıkların ne olursa olsun süreçten “başın dik çıkmalısın” olunca gerisi sorun olmuyor.
9) Saraçhane sürecinin ardından daha çok genç kuşaklar sizleri yakından takip ediyor. Onlara ne söylemek istersin?
Memlekete dört elle sarıldıkları için teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
Eğer “gerçekten” böyle bir durum varsa sorumluluğumuz daha da ağır demektir. Ülkesi için sorumluluk duyan, bir bedeli olduğunun gayet bilincinde olarak demokratik eylemlilik içinde olan bir gence karşı büyük sorumluluk duyarım. Ben de “gençleri” yakından takip ediyorum. Bilsinler ki onlar da bizler için moral ve güç kaynağı oldular/oluyorlar.
Hepsine sevgilerimi yolluyorum.
10) Devletin “Terörsüz Türkiye” dediği süreç hakkında ne düşünüyorsun?
Haksız, hukuksuz yere cezaevinde tutulan bir yurttaş, üstelik yurttaşın oylarıyla seçilmiş ve Anayasa’ya göre şu anda Meclis’te yasama ve denetleme görevi yapması gereken bir yurttaş olarak:
İlk günden başlayarak tereddütsüz İmralı’dan yapılan çağrıyı önemli buldum. Silahın toplumsal, siyasal hayatımızdan çıkması son derece hayırlıdır. Ülkemiz için, bölgemiz için önemli gelişmedir. Sıkı sıkıya tutmalı, olumlu bir kanalda akması için elden geleni yapmalıyız. Bu yaklaşımımı esas alarak gelişmeleri değerlendirmeye ve tavır geliştirmeye çalışıyorum.
“Süreç” konusunda iyimser yapan öncelikle Kürt siyasetinin “silahsız siyaset” konusundaki kararlılığıdır. Bu kararlılık süreci başlattı ve devamının da garantisi olarak görüyorum.
Böylesi hayırlı bir kararlılık üzerine iktidar nasıl davranıyor? “Süreç”in toplumsallaştırmak, bütün toplumsal güçleri ikna edecek ve katacak bir hat mı izliyor? Tam tersine “kendi iktidarı bakımından yeni olanaklar” olarak mı değerlendiriyor? Kanımca bütün belirtiler ikincisi yönünde. Batı’da toplumsal muhalefeti kıskaca alırken Doğu’da “iktidarının tabanını genişletecek yaklaşımlar” peşinde.
İktidarın süreci istismar ederek akamete uğratmasına karşı uyanık olmalıyız. Aynı zamanda iktidarın muhtemel tasarımlarına rağmen “süreç”in ilerleme potansiyeli olduğu görüp bu yönde ısrar da etmeliyiz.
Herkes “süreç” der hale geldi. Bazı başlıkları not etmek gerekiyor.
- İktidar, muhalefet, “süreç”in gereklerine uygun davranmalıdır.
- Demokratikleşme bu sürecin olmazsa olmazıdır. Fiili durumlar üzerinden yol vermenin, “şimdilik olumsuzlukları öne çıkartmayalım” demenin bir sınırı vardır. “Süreç” mantığı gereği bir aşamadan sonra -ki çok uzak değildir- demokratik adımlarla tamamlamadan ilerleyemez.
- “Hukuk” barışın ilk gereğidir. Silah bırakma, dağdakinin inmesi, içeridekinin çıkması, sürecin kazanımlarının garanti altına alınması hukuk olmadan, “yasaları olmadan” sağlanamaz.
Görülüyor ki, iktidarın sorumlu davranması durumunda “süreç”in önü açıktır. İleri aşamalara ulaştıracak toplumsal destek hazırdır. “Süreç”i gölgeleyecek olan, tereddüt yaratan iktidarın “iktidarını sürdürme ve yeniden iktidar olma” stratejisini “süreç üzerine” inşa çabalarıdır.
Konuyla ilgili açıklamalarım için:
ŞİDDETİN GÖLGESİNİMEMLEKETİN ve KÜRT YURTTAŞLARIMIZIN DEMOKRATİK TALEPLERİ ÜZERİNDEN KALDIRMAK“Şiddetsiz bir siyaset ortamı oluşturmak için” her yurttaşın, her kurumun önemsemesi gereken çok güçlü bir çağrı yapıldı. Bir an için Anayasa’nın askıda olduğunu unutalım.
Bir an… pic.twitter.com/F0tKSjVmJj
Medyascope